13 Temmuz 2009 Pazartesi

yolculuk

Geç saate otobüse binmenin yorgunluğuyla, biner binmez uyuyacağını düşünüyordu. yerinin arkalarda olduğunu hatırlayınca morali bozuldu biraz. gözleri kapanıyordu yorgunluktan. otobüstekilerin normal olması için dua ederek bindi araca. koridor kısmında oturuyordu. yanındaki bayana merhaba dedi ve direk mp3çalarının kulaklıklarını taktı. henüz garip tipler görmemişti. nihayetinde koltuğun arkasına yapılan diz darbelerini hissetmeye başlamıştı ki araç yeni çıkmıştı Aşti'den. koltuğu arkaya eğik değildi. darbeler sürekli devam ediyordu. ayağa kalkarken benim koltuğumdan güç alıp beni bi 15derecelik açıyla arkaya eğip sonra serbest bırakıyordu. hiç hoş değildi. yolcu alacakları diğer yere vardıklarında önündeki koltuğa oturacak adam göründü. yüzünden uyku akıyordu. kesin ağzıma kadar koltuğu eğecek nefes alamayacam diye düşündü. oysa adam sadece koltuğunu yanındakinden uzaklaştırdı, diklik açısını bozmadı. sen ne güzel abisin diye düşündü içinden bizimkisi. ah bi de koltuğu itmeler bitseydi.

Ultra salak muavin, uyuklayan ama hassas bir sismografa dönüşüp bütün artçıları hissedip uyuyan yolcumuzu görmezden gelip ikramda bulunmadı. yarı uykulu yarı uyanık olduğunu gördüğü halde. bizimki zaten yemeyecekti gecenin bi yarısında. yolculuk hiç de mükemmel değildi. istanbula ışınlanmak istedi bi kez daha. keşke ışınlanabilseydi gerçekten. ne kadar muhteşem olurdu. yollarda ömür geçmezdi. ha nostalji olsun diye arada bi otobüse binerdi yine ama gönülsüz çıkılan yolculuklar ortadan kalkardı. kısık müzik uyutmuştu onu. arkadaki de dizlerini dayayarak uyumuştu zaten. bu fırsattan yararlanıp elinden geldiği kadar uyumalıydı. sabah iş güç vardı, eve geçmeyecekti.


Mola verildi. sadece hava almak için çıktı otobüsten. ama önce arkadaki adamın çıktığından emin olmalıydı. çubuk kraker atıştırdı biraz. dışarda onları yerken, arkada oturan adamın otobüse yaklaştığını gördü. elindeki krakerlerin hepsini ağzına atıp otobüse koştu postacı adımlarıylan. teee en arkadaki yerini bulup koltuğunu olabildiğince arkaya eğdi. nası olsa arkadaki yine öne doğru itecekti. ne dangalak adamdı yahu. konuşunca daha çok siniri bozulan esasyolcumuz, durumu görmezden geliyordu. sanki herşey muhteşemdi. evet.


Mola bitmişti, yola devam ediyorduk. arkadaki godzilla oturmaya çalışırken, yine koltuğumuzu oldukça sarsmış, adeta bir beşik havası yaratmıştı. o sırada bizimkisi, salınımın verdiği geniş açı görüntüsüyle çaprazında oturan yolcunun kafasının üzerindeki çantanın aşağıya düşmek üzere olduğunu gördü. araç taşlı bi zeminden geçerken titriyordu, bu da çantayı koridora doğru kaydırıyordu. esasyolcumuz Hiçkok filmi izler gibi gerildi. "Biri şu lanet olasıca çantayı durdursun aşaalık pislikler" diye haykırdı. niçün bu kadar gerildiğini bilmiyordu. sanki önünde oturan babasının oğluydu. koltuğunu arkaya eğmediğinden olsa gerekti. sempati duymuştu abiye. zarar gelsin istemezdi. gittikçe koridora yaklaşan çanta, artık uçurumun eşiğindeydi. esasyolcumuz dünyayı kurtarmaya karar verdi ve kalktı yerinden. yerinden kalkmasıyla koltuğu öne geldi tabi. bütün gözlerin üzerinde olduğunu hissederek çantayı en dibe kadar itti. yerine geri oturdu ve koridor ışığının sönmesini diledi artık. ama yooo.. yine bi ikram servis zamazingosu yapılacaktı ve tabi ki görmezden gelinecekti yarı uykulu haliyle. tanrım ne denyoydu şu muavin. bir masa ne kadar gülümseyebilirse kendisi de o kadar güleryüzlüydü.


Sabahın ilk ışıkları başlamıştı artık. mp3çalarının huzurlu kulaklıklarında sakin parçalarını dinledi ve uyukladı. sismograflığını gitgide kaybediyordu. gelen darbelere karşı duyarsızlaşıyordu. vücudu artık uyuyordu bildiğin. anadolu yakasında yolcuları indirdi otobüs. nihayetinde avrupa yakasında ineceği yere geldiler. bagajdan sırt çantasını alacaktı, muavin yine havaya suya bakmakta çantayı kendisine uzatmamaktaydı. esasyolcumuz dayanamayıp, kendi aldı çantasını. her zaman kullandığı sözleri, iyi dilekleri, bu sefer kullanmayacaktı. teşekkür etmeyecek, iyi günler dilemeyecekti. o muavin kakasını yemeliydi.


Tamam artık rahatladım diye düşünerek, servise yöneldi. içersi çok kalabalık görünüyordu. dışarda kapı önünde bulunan şöföramcaya "araçta yer var mı" dedi, adam boş bi cd kadar soğuktu, " ne bileyim allam yarappim" dercesine baktı. esasyolcumuz aldırma deli gönül şarkısını mırıldanarak bindi servise. boş kalan son 2 koltuktan birine oturdu. servis hareket etmeliydi. adam, hışımla şöför koltuğuna oturdu. aracı çalıştırdı ama yandaki araçlardan çıkamadı bulunduğu yerden. o sırada servise yaklaşan bi yolcu, "mecidiyeköy mü?" diye seslendi. bu sesleniş adamı delirtmiş olmalıydı ki gözlerini belerte belerte "mecidiyeköy de kafama mı bineceksin allaan bela..."diye mırıldanıyordu. şu adama amca falan dinlemeden ağzının ortasına çakmalıydık artık. "ben mi sevdim ananı bacını diyerek" küfürler ediyordu yolcumuz amcaya doğru. söylene söylene ilerledik. ufaktan yolcular inmeye başlıyordu. bi tanesi 300-400 m. sonra durup durmadığını sordu. adam "3 adımlık yol bu tövbe estaağ.." diye cevap verdi. yolcu sorusunu bi kez daha vurgulayarak "durup durmadığını sordum" dedi. adam mora çalan patlıcan rengine bürünmüştü. öfkeyle servisi bahsedilen bölgeye götürüp 4 sn. durarak yolcuya inmesi için zaman tanıdı. esasyolcumuz sakin olmaya çalışıyordu. "boşver kızım bunları, deli olmuş millet işte, bulaşma, heee hooo de git" diye teskin ediyordu kendisini. ineceği yerde başka yolcuların da ineceğini görüp, şurda durur musunuz demeyeceği için sevindi. kimseyle kavga etmek istemiyordu. zaten pek kavga etmezdi. cevap vermezdi. susardı. sonra sustuğu için kendisine kızardı ama artık kızmıyordu. ben böyleyim demişti candan erçetin gibi. nihayetinde otobüs firmasından kurtulup eve doğru yürümeye başladı. sabahın 7sinde boş sokaklarda yürümek çok güzeldi onca yaşanandan sonra. tek istediği uyumaktı. yorgunluk ve ötesine son vermeliydi.


Nihayetinde esasyolcumuz eve vardı ve 4-5 saat uyudu. uyandığında kuşlar ötüyor, çiçekler açıyordu. işte buydu dostum!


Arka koltukta oturan yolcu, dizlerini dayayacak yer bulamamıştu ve bunun acısına katlanamayarak kaldırımlarda uyumaya karar vermişti.

Soğukluğun, öfkenin ne demek olduğunu bütün yolculara öğreten servis şöforü ise, susmayıp kızgınlığını dile getiren bi yolcuyla tartışmaya başlamıştı esasyolcumuz indikten sonra. iki adam birbiriyle tartışırken zamanın nasıl geçtiğini anlamayıp, bütün yolcuların ne zaman indiklerini farkedememişlerdi. arabayı sessiz sakin bi yerlere çekip birbirlerini daha yakından tanıdılar. servis şöforü amca bi daha kızgın olmayacaktı. ne muhteşem...

0 şahıs gencim güzelim diyor:

 
;