31 Temmuz 2009 Cuma 1 şahıs gencim güzelim diyor

staj biter, hell yeah!

Aslında süper benzetmelerim, tadından yenmeyecek cümlelerim var stajla ilgili ancak elim korkak yazamıyorum rahatça. içimde patlıyor bi güzel evet sanşayncım.
staj bitti, ahanda bu da tatilimin ilk günüydü 8buçukta kalktım tabi. kasamadım kendimi. aşk-ı kusmuk falan izledim boş boş. daha sonra "karpuz moduna geçtim olm yan gelip yatacam bütün gün" diyen ben neler yaptı hep birlikte bakalım..
  • 3 posta çamaşır yıkadı
  • bankaya gitti
  • markete gitti
  • evi süpürdü
  • çamaşır astı
  • çamaşır topladı
  • çamaşır katladı
  • yemek yaptı
  • bulaşık yıkadı
ne kadar hamarat bi karpuzum di mi. gözlerim yaşarıyor. hatta bi iki damla süzüldü şimdi.

tabii, bu hafta herkesleri İnebolu'ya 3-5 günlüğüne beklediğimi belirtmeden edemicim. pazartesi günü "gezelimgörelim" zamazingomuza uyarak ineboluya gidicim. ama direk gitmicim. niçün? çünkü vakti zamanında Metro firmasını defalarca kullanmış ve garip yolculuklarda bulunmuştum. en son "kamyona binerim, Metro'ya binmem" beyanatında bulunduğum için başka bi firmayla kastamonuya. ordan inebolu araçlarıyla ineboluya.
hadi baalım hayırlısı.

canım tiramisu istiyor, yapmaya üşeniyorum. ama yapıcam galiba, artık yemem lazım.

ha bi de, stajdan çıkarken artık tanıdığım tanımadığım ne kadar insan varsa bi teşekkür edeyim diye dolandım kapı kapı. kimsenin sevmediği bi doktor vardı. adam bilgili, işinin ehli zart zurt ama adam değil. öküz. selam vermez. konuşmaz. dolayısıyla hiçbi muhabbetim yok. herkeslen vedalaştım bu adama da iyi günler diyeyim diye odasına girdim. abiiii.. 5dk boyunca biyoloji mezunlarının TUSa girme hakkının artık olmadığından bahsetti, ben de "heeee haaahooo hııı" falan diyerekten kaçayım dedim. işin en tiksinç yanı adam benle konuşurken bi kere bile yüzüme bakmadı. orama burama bakmaktan (artık ne açığımı gördüyse!) suratıma bakmadı. öküzoğluöküz dedim içimden. kimsenin onla muhabbet etmediği kadar varmış. ayıgül.

servisşefiyle tokalaşırken elimi öyle bi sıktı ki iskeleye kadar elim sızladı. yuh dedim. ama iyi efendi adam o. elimi acıtması sorun değil.

o gün (yani dün) gariplikler bunlarla sınırlı değildi tabi ki, "artık tatil modundayım binlerce kitap okuyacam oh yes" cümleleriyle beşiktaşa vardım. hemen kabalcıya girip kendimi kitapların arasında kaybediyorken, birkaç dakikadır yanımda bi adam duruyormuş (benden 8-10 yaş falan büyük galiba). neyse. abi, bişi sorabilir miyim dedi. buyrun dedim. "hayatın anlamıyla ilgili bi kitap arıyorum, var mı bi fikriniz" dedi. önce bi şaşırdım. "kitabın adı mı hayatın anlamı?" dedim. yok dedi, "araştırmacı yazarım ben bi hastalık var, mesela bi doktor çalışıyor çalışıyor profesör oluyor sonra herşeyini bırakıp gidiyor, mesela bi anne var, evladına yüzde yüz sevgisini veriyor ama vermemeli olmaz o zaman, hastalık bu.." diye bi başladı. bi an kamera şakası mı diye düşündüm. adam hiç durmadan konuştu. 10dk boyunca onu dinledim. aslında tam dinlemedim. içimden "burcu kızım sen çok iyi bi dinleyicisin ha, hiç tanımadığım bi adamın saçmalıklarını bile ses etmeden dinleyebiliyon lan yuh aferim" dedim kendime. adam belki vücut dili biliyordur, sıkıldığımı belli edeyim kitaplara göz atayım ufaktan falan dedim. anlatmaya devam etti. "hııı, evet, doğru" diye eşlik ettim bazen. o kadar uzun sürdü ki hiç bitmeyecek sandım. aradan 600 yıl geçtikten sonra adam, "beni dinlediğiniz için teşekkür ederim" dedi. tam "rica ederim" diyordum, gözden kayboldu. in cin oldu gitti. anlamadım tabi.
yaa...

öpenzi. tiramisu yapcam dayanamıyom.
staj tissue.
28 Temmuz 2009 Salı 1 şahıs gencim güzelim diyor

özledim?

redd- her neyse. çaldı şimdi.
ve ben artık kimi özlediğimi bilmediğimi anladım.
çok salak bi durum yahu.
  • Mikroskop başında bişi incelerken burnuma kestane kokusu geldi geçen gün, aklıma eski bi hatıra geldi. böyle 2-3 dk mal gibi boşluğa baktım.
  • Sabah uykudan ayılmak için televizyon seyrederken reklam çıktı, karayolları mı trafik mi ne çekmiş. adam araba kullanırken telefonu çalıyor, sağa çekiyor, öyle konuşuyor, konuşması bitince kameraya dönüp elli kere kameramana bakarak trafikte cep telefonuyla konuşmayın demeye çalışıyor. ha mal mal bakmamın sebebi ise ankara - bahçelievler de çekilmiş olması.
  • Akşam otururken tvde klip izliyorum, pilsen yazısı çıkıyor arka planda. canım hiç bira istemezken gidiyorum bira açıyorum bi tane. sonra bu havalarda ankarada arkadaşlarla dışarda oturduğum günler aklıma geliyor.
  • Vapuru kaçırıyorum, iskelede beklerken birinde bi dergi görüyorum, aklıma eski birşeyler geliyor..
nihayetinde herkes birşeyleri hatırlatıyor ve insan yalnızken herşeyi özlüyor. redd'in yeni albümü çok güzel. ilk albümünü de beğendiğim aklıma geliyor, hafızamın güzelliği sevindiriyor.
(hafızam da kendi havasında ha, işine geleni hatırlıyor hep zaten)

sıradaki şarkı siye gele : "yaşandım daha çok" hadi öpün şansınızı, ben de ilk kez dinlicem küçük sanşaynlarım.
26 Temmuz 2009 Pazar 1 şahıs gencim güzelim diyor

şöhret mi. almıyayım..


"Şöhret olma yolunda çok acılar çektim diyorsanız bizi arayın! Şöhretin Bedeli"
Fılaş tvde "Bez Bebek" etkisi. sabah akşam bu programı gösteriyorlar.



Kadından ürküyorum küçük bi ceylan gibi. gülmesi korkutuyor, bağırması ağlatıyor. dekoltesi ise kusturuyor. popsıtar mehtap dı memeli hümın..

bi akşam canınız çok sıkılırsa, kimse sizi aramıyorsa, yaşama enejinizi kaybetmişseniz, herşey çok boş geliyorsa, sizi fılaş tivi ye gerçeklerle(!) yüzleşmeye davet ediyorum.
hepimize geçmiş olsun.
3 şahıs gencim güzelim diyor

Böcek Savaşları 1. gün

eve oldukça yorgun bi şekilde gelmiş, evde kimse olmadığından bütün odaların ışıklarını yakıp hırsız vs diye var mı diyerekten gezmiştim önce. saçma bi alışkanlıktı ama hırsızlığın çok olduğu bi semtte yalnız olmak da garipti. herşeyin bıraktığım gibi olduğunu görüp kendimi bilgisayara atmıştım. ufaktan kendimi internete kaptırırken halıda hareket eden küçük siyah bişi gördüm. evde böcek görmeyeli uzun zaman geçmiş olacak ki baktık birbirimize. önce böceğe en yakın bulunan sehpayı ters çevirerek kendisini ezmeyi düşündüm. ancak onu ordan temizlemenin zor olacağına inanıp deodorantıma davrandım. kendisini bi güzel ferahlattım o da kaçtı tabi. ölmüştür düşüncesiyle yeniden bilgisayara döndüm. sandalyemin altından gezerken yakaladım gerzeği. terlikle vurdum hafifçe. nihayetinde suyunu çıkarmak istemem o da bi canlı. öldü sanıp tam işime dönmüşken yürümeye devam ettiğini görünce, sen misin yürüyen hığaa diyerekten terliği geçirdim. çatırt sesiyle huzur buldum. salonda oturayım bari diyerekten o tarafa geçtim. camı açmaya yönelirken perdede sarı bi hayvan buldum. bu sefer onu tüllerin arasında ezmeye çalıştım. sonra yok oldu kendisi. ölüsünü ya da dirisini bulamayınca gerildim veee savaş başladı!
Duvara sabitlenmemiş herşeyi kaldırıp silip süpürme işine giriştim ki bulaşık makinesi ve derin dondurucu gibi beyaz eşyalar da buna dahildi. yataklar koltuklar halılar havalarda uçuştu bi süre. camı da açmadım böcekler arka bahçeden tırmanmasın diye. (2. katta oturuyoruz hala nası girebiliyorsa denyo) 3 saatin sonunda ev temiz ben yorgun.. böcek yemlerini falan yerleştirdim. bi daha 2 hafta temizlik yapmazsam şöyle olayım diyerekten kendime çeki düzen verdim. evde karafatma görünmesin artıh dedim. 4.sınıfa geçmiş biyoloji öğrencisi olaraktan hala bi böceğin adam gibi adını bilmediğim için kendime kızdım. karafatma o mu ondan bile emin değilim lan. neyse.
evler böceklenmesin, hijyen şart. yeni böcek maceralarında görüşmeyiz umarım.
öpenzi.
0 şahıs gencim güzelim diyor

medusa ve ben

Necibella'ya yardım olsun diye dün çalıştığı yere gittim. düğün sahiplerinin akraba çocukları doluşmuş, bu da onların keyfiyle uğraşıyordu. saç modeli beğenmezler, yaptığını sevmezler, çok bilmişlikleri ve niceleri. bi kez daha çocuk milletinden tiksindim. o küçük yaşlarıyla herşeyi biliyorum havaları yok mu. tut kolundan vur duvara.. neyse. muhteşem sıcaklardan dolayı ağrıyan başımla gittim öğleden sonra. teyzemle baştan anlaşmam vardı. kimsenin saçına elimi sürmeyecek, fön maşa falan yapmayacak, toka sprey vs istediğinde verecektim sadece o kadar. tabi ki planladığım gibi olmadı. ve gecenin finalinde medusaya maşa yaptım.
saçlar o kadar korkunç ki. hani bonus modelimiz var ya. hatunun saçlar beline kadar. simsiyah. banyo yapıp gelmiş direk. tokayı çıkarınca cehennemi gördüm kafasında. maşa yapmam gerekiyordu, necibella çok yoğundu. zaten herkes kuaför muamelesi yapmaya başlamıştı. ağızlarına çakmam yakındı. önce saçını tarıyayım dedim. her tel ayrı bi birey, ayrı bi inat. sert. kuru. kabarık. gür. medusa bildiğin. tararken cebelleştim. içten içe ağladım. enseden başlayarak maşaya giriştim. başta çok kalın tutamlar aldığımı söyledi medusa ama iyi böyle diyerekten cevapladım kendisini. maşaya sığmıyordu saçlar. hem gür hem uzun. of. kabustan beter..
1buçuk saat ben ayakta, maşayı bazen kafasına değdirerek saçlarını şekle sokmaya çalıştık. o sıkıldı. ben ağladım. nihayetinde bitirdim. düğün başlamak üzereydi 5dk sonra. tam son dakika işi olmuştu. saçları kremliyerek açmamı istedi. dedim teyzem yapsın falan. yolladım onları salondan teyzemin bulunduğu yere.
medusa.
medusanın korkunç saçları...
ömrümden ömür aldın.
kendi saçıma özenmeyen ben, güzellik uğruna saçma sapan işler yapan kişileri gördüm. kuaförlüğün zorluğunu gördüm. bundan sonra bi maşa 500 tl. işinize gelirse beybiler.
Not: medusa fotolarına baktım da kanım çekildi lan. öğk. en uysalını koydum sayfaya.
20 Temmuz 2009 Pazartesi 1 şahıs gencim güzelim diyor

camiyi dön, bakkala sor?

naparsan yap ama bana sakın adres sorma. kendi iyiliğin için sanşayn.
Ankara'yı kazandığımı öğrendiğimde internetten baktımdı ne derler bu şeer için diye. şöyle bi cümle mevcuttu: "Ankara'da adres sorduğunuz iki kişiden birisi yanlış adres tarif eder."
evet abi o yanlış tarif eden benim. ki ankara'da da milyonlarca kişiye yanlış adres tarif ettim. olsun. canımız sağolsun.
hastanede stajdayım işte. önlükle dolanınca koridorlarda millet oranın yerlisi sanıyor, onkoloji nerde, biyokimya nerde, şu nerde bu nerde diye binbeşyüz tane soru soruyorlar. ben de insanlara çok yardım etmek isteyem biriyim biliyon nu? "ilerde merdivenlerden inin öbür tarafa dönün, orda olması lazım" formatındaki cevaplarımla elimden geldiği kadar tarif ediyorum. ha bilmiyorum da. "şurda olması lazım, ama siz yine de birine sorun" diyorum. ne aşaalık pisliğim of.
neyse yine yürüyorum koridorda. telefonumla oynar gibi yapıyorum insanlar soru sormasın diye. oynar gibi yapıyorum oynamıyorum, çünkü kimsenin telefonu çekmiyo koskoca hastanede. camlardan sarkıyoruz iki mesaj yollıcaz diye. o da güzel evet.
konuyu dağıtmıyorum. yine işte yolumu kesip bişi sorcaklar düşüncesiylen hızlı adımlarla yürüyorum. benden 3 -5 yaş büyük oğlan "pardon er polikliniği nerde acaba?" dedi. hiç düşünmeden, "valla acil servis şurda ama polikliniği nerde bilmiyorum" dedim. oğlan affalladı. hemen kendini toparlayarak şaşkın bi edayla "teşekkürler" dedi. hızlı adımlarla kaçarken "rica ederim" dedim. ve 26 adım attıktan sonra yaptığım salaklığın farkına vardım.
İçinde çalıştığım bölgenin askeriye olduğunu unutup, askeri personelleri falan unutup, er kelimesinin asker anlamına geldiğini de unuttum. bizim türkler ingilizce konuşamaz, acil servise i ar diyemez, er demiştir gibi bi oyun yaptı bana bilinçaltım. nası böyle bişi düşündüm/ dedim bilmiyorum..
bence bana adres sormayın.
üzülürsünüz...
19 Temmuz 2009 Pazar 0 şahıs gencim güzelim diyor

pazar

playliste sakin parçaları atıp, yatağa sırtüstü yatmak.
tavanı seyrederken sıkılıp, kitapla oyalanmak.
kitabı okurken uyuyakalmak.

buram buram özlem var sana doğru
"bütün sokaklarım sana doğru..."
0 şahıs gencim güzelim diyor

çok ısındık. küresel dairesel herbişeysel...


öncelikle yazıya başlarken sizlere bulunduğum ortamdaki %99luk nem ve 38derecelik sıcaklıktan bahsetmek ister, müsait yerlerinizden öperim. evet.

bütüüüün gün evdeydim. sabahtan beri tvde film izledim. ne kadar sinema kanalı varsa dolandım. nihayetinde gün bitti, filmler bitti. bazılarının adlarını hatırlamıyorum bile. 6 film 2 de dizi izledim. haberlere de baktım.
hom elon, siti elon. ben napayım. yalnız bırakanlar utansın deyip geçiyor bünyem.
istanbul çok sıcak. hoş değil. neyine daha ısınıyor anlamıyorum. denyo nem. yapış yapış potansiyel ılık ağda kıvamında geziyoruz lan. tiksinç bişi
program kapanışında 2673 kez teşekkür eden sunucu, jüri, yarışmacı, yarışmacının anası babası öğretmeni kadar tiksinç.

küvette mi yatsam..

öyle zor öyle zor, öyle zor geliyor ki.. her yeni gün.. her yeni gün.. her yeni gün..
kafamda çalıyo deli gibi. hayır dinlemedim yakın geçmişte. nerden aklıma geldi of. "her yeni gün" kısmı hiç bitmiyor... sabah ezanına kadar dinlerim sanırım bilmiyorum.

(hakkaten küvette mi yatsam lan?)

Ankara'daki odamdan sonra, 3+1lik bi evde yalnız oturmak garip geliyor.hangi odada oturacağımı şaşıyorum. mutfağı pek kullanmıyorum mesela. sanki benim değilmiş orası gibi. ya da kardeşimin annemin odasına falan girmiyorum öyle. kapıları kapalı duruyorlar. akşamüzeri babamların odadaki sehpadan kaseyi kaldırayım dedim, sehpanın cilasına yapışmış, cilanın bi kısmı da söküldü nihayetinde... tabi bi haftadır objelerin yeri değişmiyor evde. normal bunlar.
"Biralar soğuk mu dedim
Dedi ki normal
Peki ya havalar?
Valla gayet normal.."
çok normal havalar çook... neyse.
yarın süper bi "recep in dı haus" yapacam. yalnızlığımı, garipliğimi, komikliğimi ve diğer bütün elemanları, hatta balkondaki kurumuş çiçekleri (su vermeyi unuttu bendeniz tabi ki) davet edecem. sabah kahvaltımı yaptıktan sonra çıkıcam gazete alıcam. biriken çöpleri atacam. eve dönüp her yerde uçuşan küçük sinekleri katledicem. bi leğene su doldurup ayaklarımı sokacam. tvye bakar gibi yapıcam ama bakmıcam. ses olsun diye açık kalacak. öyle filmlere takılmayacam. güzel bi koltuk seçicem kendime. (hiç bi koltuk eski megakoltuğumun yerini tutmuyor, oturacak yer yok bana bu evde =( kitapları dizicem. güzel bi playlist yapacam. tabi giysileri de toplamam lazım. sıradağlar gibi dizildiler kanepelere... playlistten sonra eğer hala evde sıkılırsam yapacak bişi bulamazsam telefon rehberine sarılacam. 3 vakte kadar eski bi arkadaşınız arıyabilir sizi beybiler.. yıh yıh yıh
istanbulda havalar böyle yani.
yastığımı alıp küvete doğru gidiyor ben. serin serin. o ye. muç

17 Temmuz 2009 Cuma 0 şahıs gencim güzelim diyor

yaz koşmacası

ee napcaz şimdi?
Ankara sonrası staj biraz yordu bünyeyi. sabah erkenden kalkmak en çok koydu sanırım bilmiyorum. dün sabah beşiktaş'ta minik bi depar attım. vapuru yakalamak için küçük bir süreyya ayhan oldum uçtum denize doğru. uçtum da nooldu! vapırı kaçırdım nihayetinde. 15sn evvelinde gelsem (uçsam) yetişecekmişim. kadeeer kısmet. normalde yol ortasında koşmayı hiç sevmem. acelem olsa bile noolacah yaa diyip sakin sakin yürüdüğüm için bu koşu pek ağır geldi. üsküdar'a giden motorlara yürürken utanç içindeydim. neyse ki saçlarım aşırı kabarmıştı, tanınmaz haldeydim. kendimi bi parça teselli edip usulca karşı kıyıya vardım.
bu sabahsa yine koşmak gerekti. dünden kalan pişmanlıkla "seni yakalayacam vapuurr!" nidalarıyla iskeleye ışınladım kendimi. ter kısmından bahsetmek istemiyorum, denize düşsem daha kuru kalırdım.. neyse abi koştum koştum ve de yakaladım. ahaha! nooldu düdük dedim. kaçırır mıyım bi daha lan dedim. kaptaağğn noolduuuğ ahaha dedim. çok eylendim sorma.
tamam sabah 8:15 vapuruna aynı kişiler biniyor anladım. e peki abi bu adamlar niye hep aynı yere oturuyorlar yaa? manyak mısınız kardeşim. bu hafta dikkat ettim de hepsinin yeri sabit ulan. bi öndekine oturmuyor, bi arkadakine de değil. hep aynısı. üzüldüm o insanlara. içim burkuldu.
megasitalouykum varken bu satırları yazmak zor oldu biraz. ama blogspotumu çok özledimdi. zira dikkatli okurlar farketmiş, şablon değiştirdik yine. hayırlı ola vs.

bu akşam kuzen de yok evde. birkaç bira aldım. güzel müzikler attım playliste. tvde açık. olur da güzel bi film yakalarım diye. gayet tatlı bi programım mevcutken tek endişem 10dk sonrasında uyuyakalmak. var potansiyelim hissediyorum.

o değil de, abi ben feci alışmışım yalnız yaşamaya! resmen duvarları falan öpesim var. ha anamdan babamdan çekindiğim de yok öyle ama. bi başına olmak çok güzel lan. eveet evet. ay lav dis teyst veri maç.

bülent ortaçgil- duyuyor musun çalıyor.
bi mutfağa gideyim sonrası keyif..
:)
14 Temmuz 2009 Salı 0 şahıs gencim güzelim diyor

izdivaçını seveyim

herkes çoluğundan çocuğundan, kocasından, evliliğinden, yemeğinden, kaynanasından, kaynamayasından ve bilimun ilgili terimlerden bahsediyor sürekli.
işte yeni tanıştığım yetişkinlerin, biraz sessizlik olunca konu açmak için ya da bilmediğim bi takım sebeplerden ötürü yaptıkları iş bu. ama herkes mi yapar bunu abi?! herkes benimle bu formatta konuşmak zorunda sanki. gel havadan sudan bahsedelim, vapur saatlerini konuşalım, filmlerden kitaplardan şarkılardan festivallerden falan bahsedelim. en olmadı nolacah bu memleketin hali diyelim. ama yoooohh.....

çocuğu şu kadar puan almış nereyi yazsınmışmış
kocası sabah kahvaltı hazırlamışmış
kaynanası yemeğe bekliyormuşmuş
kreşte çocuğun atletini değiştirmiyorlarmışmış
kocası aramış mıymışmış
vs vs

o kadar evlilik muhabbeti doldum ki anlatamıyorum bile. eve gelirken sanki bi yerlerde kocam çocuğum falan varmış da onlara gitmiyormuş gibi hisseder oldum. rüyamda rhcp vokaliyle evlilik arifesinde çok eğleniyor olmamız ise ayrı bi mevzu, ki adamın adını bile hatırlamıyorum öyle hayallerim falan yok kendisiyle.

o diil de, istanbulun güzel elemanlarla dolu olup, bizim başımızın kel oluşu hiç hoş değil...

Keane - Nothing in my way
Jason Mraz - Please don't tell her
<3 style="font-weight: bold;">
13 Temmuz 2009 Pazartesi 0 şahıs gencim güzelim diyor

yolculuk

Geç saate otobüse binmenin yorgunluğuyla, biner binmez uyuyacağını düşünüyordu. yerinin arkalarda olduğunu hatırlayınca morali bozuldu biraz. gözleri kapanıyordu yorgunluktan. otobüstekilerin normal olması için dua ederek bindi araca. koridor kısmında oturuyordu. yanındaki bayana merhaba dedi ve direk mp3çalarının kulaklıklarını taktı. henüz garip tipler görmemişti. nihayetinde koltuğun arkasına yapılan diz darbelerini hissetmeye başlamıştı ki araç yeni çıkmıştı Aşti'den. koltuğu arkaya eğik değildi. darbeler sürekli devam ediyordu. ayağa kalkarken benim koltuğumdan güç alıp beni bi 15derecelik açıyla arkaya eğip sonra serbest bırakıyordu. hiç hoş değildi. yolcu alacakları diğer yere vardıklarında önündeki koltuğa oturacak adam göründü. yüzünden uyku akıyordu. kesin ağzıma kadar koltuğu eğecek nefes alamayacam diye düşündü. oysa adam sadece koltuğunu yanındakinden uzaklaştırdı, diklik açısını bozmadı. sen ne güzel abisin diye düşündü içinden bizimkisi. ah bi de koltuğu itmeler bitseydi.

Ultra salak muavin, uyuklayan ama hassas bir sismografa dönüşüp bütün artçıları hissedip uyuyan yolcumuzu görmezden gelip ikramda bulunmadı. yarı uykulu yarı uyanık olduğunu gördüğü halde. bizimki zaten yemeyecekti gecenin bi yarısında. yolculuk hiç de mükemmel değildi. istanbula ışınlanmak istedi bi kez daha. keşke ışınlanabilseydi gerçekten. ne kadar muhteşem olurdu. yollarda ömür geçmezdi. ha nostalji olsun diye arada bi otobüse binerdi yine ama gönülsüz çıkılan yolculuklar ortadan kalkardı. kısık müzik uyutmuştu onu. arkadaki de dizlerini dayayarak uyumuştu zaten. bu fırsattan yararlanıp elinden geldiği kadar uyumalıydı. sabah iş güç vardı, eve geçmeyecekti.


Mola verildi. sadece hava almak için çıktı otobüsten. ama önce arkadaki adamın çıktığından emin olmalıydı. çubuk kraker atıştırdı biraz. dışarda onları yerken, arkada oturan adamın otobüse yaklaştığını gördü. elindeki krakerlerin hepsini ağzına atıp otobüse koştu postacı adımlarıylan. teee en arkadaki yerini bulup koltuğunu olabildiğince arkaya eğdi. nası olsa arkadaki yine öne doğru itecekti. ne dangalak adamdı yahu. konuşunca daha çok siniri bozulan esasyolcumuz, durumu görmezden geliyordu. sanki herşey muhteşemdi. evet.


Mola bitmişti, yola devam ediyorduk. arkadaki godzilla oturmaya çalışırken, yine koltuğumuzu oldukça sarsmış, adeta bir beşik havası yaratmıştı. o sırada bizimkisi, salınımın verdiği geniş açı görüntüsüyle çaprazında oturan yolcunun kafasının üzerindeki çantanın aşağıya düşmek üzere olduğunu gördü. araç taşlı bi zeminden geçerken titriyordu, bu da çantayı koridora doğru kaydırıyordu. esasyolcumuz Hiçkok filmi izler gibi gerildi. "Biri şu lanet olasıca çantayı durdursun aşaalık pislikler" diye haykırdı. niçün bu kadar gerildiğini bilmiyordu. sanki önünde oturan babasının oğluydu. koltuğunu arkaya eğmediğinden olsa gerekti. sempati duymuştu abiye. zarar gelsin istemezdi. gittikçe koridora yaklaşan çanta, artık uçurumun eşiğindeydi. esasyolcumuz dünyayı kurtarmaya karar verdi ve kalktı yerinden. yerinden kalkmasıyla koltuğu öne geldi tabi. bütün gözlerin üzerinde olduğunu hissederek çantayı en dibe kadar itti. yerine geri oturdu ve koridor ışığının sönmesini diledi artık. ama yooo.. yine bi ikram servis zamazingosu yapılacaktı ve tabi ki görmezden gelinecekti yarı uykulu haliyle. tanrım ne denyoydu şu muavin. bir masa ne kadar gülümseyebilirse kendisi de o kadar güleryüzlüydü.


Sabahın ilk ışıkları başlamıştı artık. mp3çalarının huzurlu kulaklıklarında sakin parçalarını dinledi ve uyukladı. sismograflığını gitgide kaybediyordu. gelen darbelere karşı duyarsızlaşıyordu. vücudu artık uyuyordu bildiğin. anadolu yakasında yolcuları indirdi otobüs. nihayetinde avrupa yakasında ineceği yere geldiler. bagajdan sırt çantasını alacaktı, muavin yine havaya suya bakmakta çantayı kendisine uzatmamaktaydı. esasyolcumuz dayanamayıp, kendi aldı çantasını. her zaman kullandığı sözleri, iyi dilekleri, bu sefer kullanmayacaktı. teşekkür etmeyecek, iyi günler dilemeyecekti. o muavin kakasını yemeliydi.


Tamam artık rahatladım diye düşünerek, servise yöneldi. içersi çok kalabalık görünüyordu. dışarda kapı önünde bulunan şöföramcaya "araçta yer var mı" dedi, adam boş bi cd kadar soğuktu, " ne bileyim allam yarappim" dercesine baktı. esasyolcumuz aldırma deli gönül şarkısını mırıldanarak bindi servise. boş kalan son 2 koltuktan birine oturdu. servis hareket etmeliydi. adam, hışımla şöför koltuğuna oturdu. aracı çalıştırdı ama yandaki araçlardan çıkamadı bulunduğu yerden. o sırada servise yaklaşan bi yolcu, "mecidiyeköy mü?" diye seslendi. bu sesleniş adamı delirtmiş olmalıydı ki gözlerini belerte belerte "mecidiyeköy de kafama mı bineceksin allaan bela..."diye mırıldanıyordu. şu adama amca falan dinlemeden ağzının ortasına çakmalıydık artık. "ben mi sevdim ananı bacını diyerek" küfürler ediyordu yolcumuz amcaya doğru. söylene söylene ilerledik. ufaktan yolcular inmeye başlıyordu. bi tanesi 300-400 m. sonra durup durmadığını sordu. adam "3 adımlık yol bu tövbe estaağ.." diye cevap verdi. yolcu sorusunu bi kez daha vurgulayarak "durup durmadığını sordum" dedi. adam mora çalan patlıcan rengine bürünmüştü. öfkeyle servisi bahsedilen bölgeye götürüp 4 sn. durarak yolcuya inmesi için zaman tanıdı. esasyolcumuz sakin olmaya çalışıyordu. "boşver kızım bunları, deli olmuş millet işte, bulaşma, heee hooo de git" diye teskin ediyordu kendisini. ineceği yerde başka yolcuların da ineceğini görüp, şurda durur musunuz demeyeceği için sevindi. kimseyle kavga etmek istemiyordu. zaten pek kavga etmezdi. cevap vermezdi. susardı. sonra sustuğu için kendisine kızardı ama artık kızmıyordu. ben böyleyim demişti candan erçetin gibi. nihayetinde otobüs firmasından kurtulup eve doğru yürümeye başladı. sabahın 7sinde boş sokaklarda yürümek çok güzeldi onca yaşanandan sonra. tek istediği uyumaktı. yorgunluk ve ötesine son vermeliydi.


Nihayetinde esasyolcumuz eve vardı ve 4-5 saat uyudu. uyandığında kuşlar ötüyor, çiçekler açıyordu. işte buydu dostum!


Arka koltukta oturan yolcu, dizlerini dayayacak yer bulamamıştu ve bunun acısına katlanamayarak kaldırımlarda uyumaya karar vermişti.

Soğukluğun, öfkenin ne demek olduğunu bütün yolculara öğreten servis şöforü ise, susmayıp kızgınlığını dile getiren bi yolcuyla tartışmaya başlamıştı esasyolcumuz indikten sonra. iki adam birbiriyle tartışırken zamanın nasıl geçtiğini anlamayıp, bütün yolcuların ne zaman indiklerini farkedememişlerdi. arabayı sessiz sakin bi yerlere çekip birbirlerini daha yakından tanıdılar. servis şöforü amca bi daha kızgın olmayacaktı. ne muhteşem...
7 Temmuz 2009 Salı 0 şahıs gencim güzelim diyor

havada ter kokusu var.

çok sıcak laaann :S oturduğum yerden terleme olayını aştım. o kadar çok terliyorum ki yer, zaman, mekan farketmiyor. deodoranttı, roll-ondu, vs idi olmasaydı hakketen havada ter kokusu olabilirdi. tabi istanbul sakinlerine burdan seslenmek istiyorum, "gardaşlarım! siz de kullanın bu tip ürünlerii! teriniz mis gibi kokacak, ortamların tercih edilen ismi olacaksınız! nolur, bazen duş alın, hiç olmazsa kolonya dökün lağn. noolur yuaa.."
neyse konu bu değil.
abi bi kadın düşünün.. aslında kadın değil sanki. sanki evrende ne kadar birbiriyle uyumsuz nesne varsa bu kadında hayat bulmuş. uyumsuzluk mıknatısı(*) bi yerde.. kendisini tarif etmicem ki öyle bi görüntü kirliliğiyle bilinçaltınıza inmek istemiyorum, zira muhabbeti bile yetiyor. sürekli çocuğundan bahsediyor. kendisinin zibilyonda biri hacmine sahip, yarım kilo bi evladı var. yatıyor kalkıyor onu konuşuyor. kocasından bahsetmeyi unutmuyor, onu da anıyor bol bol. "genç yaşta evlen doğur, benim gibi bu yaşlara kalma" diye tavsiyeler de bulunuyor.. çok konuşmayı seviyor anlayacağınız üzere. ancak garip bi konuşma bu. oldukça tombul, tombik ve de şişko olan bu ablamız, elalem hakkında sürekli "ayy onun kocasına allah kolaylık versin valla" , "ayy kocası nası dayanıyor" , " ayy kocası düşünsün artık yazık" tarzında yorumları mevcut.
evlilik, koca ve de çocuk muhabbeti doluyum. her yaştan çocuklu anneyle bu tarz muhabbete girebilirim.çok garip muhabbetler bunlar... sanki 6 yıllık evli, 3 yaşında çocuk sahibiyim.

insanları çok gözler oldum bi başıma geze geze. garip ve de komik yanlarını gördükçe içten içe gülmekten yorulur oldum. yine de onları izlemek çok eğlenceli yahu.
ha bi de sabah kalkmış staja giderken minibüste "ergenlik aşkı"nı görmek ne ilginçtir yahu. ha ergenlik neticesinde o günlerden sonra konuşmaz olup, geleneğin devamı olarak hala konuşmamak da bayaa ilginçtir di mi. ahaha. popomla güldüm kendime..
o değil de, giriş kata taşınan kiracılar lütfen arka balkonda oturmasınlar, otursalar da konuşmasınlar, konuşsalar da böğürmesinler diyor, esenlikler diliyorum.
5 Temmuz 2009 Pazar 0 şahıs gencim güzelim diyor

usta

öyle bi usta ki hayran olmamak elde değil.
"İki kalas bir heves" adlı kitabı okuyorum. Erol Günaydın'ın hayatını anlatıyor, söyleşi aslında. o kadar harika cümleler var ki, ders alınası cinsten. adamın hayata bakışı, tiyatro için yaptıkları kendisine hayran bıraktırıyor. "para kazanmadım ama çok güzel mutluluklar yaşadım" diyor. "birçok flörtüm oldu, ama tiyatroda çalışırken oradan kimseyle flört etmedim, etmem" diyor. Tiyatroya gerçekten hayatını adamış bir isim. "Rolümün büyüklüğü önemli değil, sahneden şemsiyeyle geçen adamı oynayayım, öyle bir geçerim ki salondan çıkanların aklında ben kalırım" diyor. Oyunculuğuna güvendiği kadar var, muhteşem işler çıkartıyor hocam.
Daha kitabı bitirmedim, kendisinin mutlu anılarına mutlu olmaktan çok büyük keyifle okuyorum. Ha tek istediğim kendisi yaşarken, "hocam size hayranım, çok çok çok takdir ediyorum bugüne kadar yaptıklarınızı, tiyatroya olan sevginizi, bağınızı" diye konuşmak elini öpmek istiyorum.
Uzun uzun sağlıklı ömürleri olsun.
Hep bizimle olsun.
1 Temmuz 2009 Çarşamba 0 şahıs gencim güzelim diyor

ismini vermek istemeyen fotoğraf


yandaki fotoğraf size ne anlatıyor allasen?
hani bi isim bulmanız gerekse ne derdiniz adına nolur söyleyin bi.
fotoğrafa bakıp da içimden geçen tek isim "boşluk" benim.
bildiğin bomboş bi fotoğraf. ay ne romantik ay ne zumantik falan değil abi. boşluk ötesi bişi bu. bi tek bulutlar güzel uzaktaki. onlar da hep güzel oluyor zaten... sonra ağaçtaki sarılık fena değil. uzaktaki bilkent binaları tırt ama olsun. yerde çöpler falan var o kadar. gerisi yok bence. kırmızılı kız yaslanmış bi "kaya"ya. manzaranın "keyf"ini çıkarıyor.
boşluktan başka birşeyler düşünmeye çalışırsam, kırmızı kızın yalnızlığıyla paylaştığı nefis bi fotoğraf bu derim.
biyere yaslanmış bi kız.. tek başına bulutları seyrediyor. ağaç kalıcak, kaya kalıcak, kız gidecek. belkim kaya da yuvarlanır bi yere. fotoğrafı devianta yükledim de isim bulamadım bi türlü. öyle duygu yüklü isimler de yazmak istemedim.
kız gidecek, kaya gidecek ağaç kalacak.
bomboş işte aabiiii...
rhcp - scar tissue işte..
 
;