3 Nisan 2009 Cuma

küçük bir biyolog iken

şimdi şöyle bi dönüp arkamıza baktığımızda eğer hep birlikte benim çocukluğuma dönecek olursak pek canlı sever olduğum söylenemezmiş.
7 yaş civarı. annem işteyken minik kardeşimle ilgilenen, okuldan gelen beni karşılayan bi ablamız var. aşçılığım pek mükemmel olmadığı ve doğaçlama oyunlara o zamandan bayıldığım için, meyvasuyumu bitirdikten sonra karton kutunun tepesini keserek kendime kap yapar, mutfakta ne kadar nimet varsa içine atar (ki abartmıyorum, zeytin, peynir, havuç, salata suyu, süt, birkaç pişmiş makarnacık, kimyon, nane, tuz.. ve diğer Allah ne verdiyselerden koyar) sonra da ablayı kovalayarak yaptığım yemeği yedirmeye çalışırdım. evet haylaz bi insandım. ve değil hayvan sevgisi insan sevgisi bile taşımamışım belki de kimbilir.
hani beyaz çiçek açan ince yapraklı bi saksı bitkisi var ya. (haha tarif yapan adama bak. biyologmuş göya. hah hah) neyse hatırlamıyorum adını sanını. bizim ev bitki cenneti olduğundan bi tane saksıda kendi deneylerimi gerçekleştirdimdi. gözüme kestirdiğim bitkiye, banyoda ne kadar sıvı varsa eser miktarda dökmüştüm. kendisi 3 güne kalmadan annemin şaşkın bakışları arasında can vermişti. evet banyodaki sıvılar insan sağlığına zararlı olmalıydı.
ilkokulun ilk günleri. o zamanki evimizde benim odam kocamandı. değişik bi yerleşim düzenimiz vardı.(evin salonu benim odamda bulunmakta, küçük oda ise salon muamelesi görmekteydi.) o koskoca odanın ücra köşesinde bi masa lambasıyla ders yapardım. tabi içim geçmiş olacak ki. o masa lambasının ısınan metal şapkası yine çeşitli deneylerime alet olurdu. sinek dolu bir şehirde, masaya konan hayvancıkları lambayı üzerine kapatıp onları içeri hapsederek şehirdeki sinek populasyonunu azaltırdım. vızıltı kesildiğinde öldüklerini anlardım. meğersem pişiyorlarmış. yazık etmişim.
haha. lise zamanı sanırım net hatırlamamakla beraber anlatıyorum efenim. muhabbet kuşumuz vardı, boncuk. 19ağustos depreminden sonra bi garip olmuştu hayvan. güzel kuştu. kendince yetenekleri vardı. yeni evimizde fiskos sehpanın üzerinde dururdu kafesi. bi gece, yanındaki çekyata yatan ve sıkılan ben, "hayvan depreme ne tepki verir ki" diye düşünmüş olacağım ki kendimi gizleyerek aniden masayı sallamaya başladım. delice çırpındı. tırstım. vazgeçtim. bi daha da yapmadım.
kuş 3 gün sonra evden kaçtı..
valla üniversitede bi pislik yapmadım. kedileri köpekleri sevdim gayet. diğerlerini de sevdim. ıyk öğğk demedim. eyvallah sizler bizim velinimetimizsiniz dedim. (geçen yıllarda üzerine cif dökerek öldürdüğüm böcekler, kusura bakmayın. yattığımyerde bulunmanız pek hoşnut etmez bünyemi)
küçükken biraz vahşiymişim. hadi ama. itiraf edin bebekler! hangimiz vahşi değildik ha?
şu neşeli karayosuncuklarına gösterdiğim sevgiye bakın yahu. ne kadar tatlı ne kadar şirinler di mi..

2 şahıs gencim güzelim diyor:

Disconnectus erectus dedi ki...

senin bu sinek pişirmece hikayenden sonra geçmişten bir kesit açıldı gözlerimin önünde.
şöyle kısaca hikayemden bahsetmek isterim saygıdeğer bürcü.
antalya'da geçirdiğim vahşi ilkokul günlerimden biriydi..
oturduğumuz lojmanlar acaip ormanlık bi alanın içindeydi,üç ev varsa 4068 ağaç vardı.malümünüz bu durum beraberinde yılan çıyan hamam böcüü vs vs gibi adını şeklini şemalini hatırlamadığım pekçok hırdavata sahiplik etmek anlamına geliyordu.ve bizim çöp bidonları belediyenin metalden yapılma kocaman kutularıydı ki antalya'nın yaz sıcağında o metal bidonun nasıl cayır cayır yandığını tahmin etmek güç diil sevgili çöc.
günlerden bir gün vahşi insan ben bir yılan bulur ve enneee acaba nolur ki diye düşünmek suretiyle şıp diye yılanı üzerinden ateş fışkıran metal kapağın üzerine atmış bulundum.hayvana şu zalım dünyada başka bi cehennem azabı yapılabilir miydi bilemiyorum.sonra hayvanceğizden bildiğin cozuurt cııız çıııss efektli sesler geldi.ben bununla yetinmeyip adeta balık/tavuk kızartıyormuşçasına yılanın orasını burasını da çevirip her yerinin ateşte bir güzel pişmesini sağladım.yılanımız yeterince kızarıp yenme kıvamına gelince ve artık coz cız çik çok sesleri de kesilince bendeniz pişirme işinden sıkılıp bu sefer enneee acaba bunun içinde ne var ki diye düşünerek hayvanı boydan boya yardım.a aa,bi baktım içinden fare çıktı.ben bu zavallı masum ve doğal gereksinmelerini gidermeye çalışan hayvana fareyi yediği için öyle kızdım ki kafasını gözünü taşla bi güzel ezip bu sefer de kızarmış eti muhallebi kıvamına getirdim.efenim fareye üzülüp yılanı skertmek de nasıl bi aklın işi ondan bahsetmicim.neyseciğime sayın burci,ben yine aynı merak efektiynen ennneeee acaba bu farenin içinde ne olabilir ki meraklarına gark eyleyerek o hayvanı da bi güzel parça pinçik ederek günümü yorgun ama merak dolu bi helecanla bitirdim.onun içinden bişey çıkmadı iyi ki.yoksa daşımla gene ezmek zorunda olacağıdım,ucuz kurtardı şanslı şey.
sevgiler
yours buket

Burcu Yağmur Kabaalioğlu dedi ki...

ahaha =))
evet beybifeysullah, hepimiz birazcık vahşi imişiz. senin çocukluğundaki merak duyguların hakkında yorum yapmak istemiyorum sevgili çöc.
benlen bu güzel hikayeni paylaştığın için teşekkür ederingo.=)

 
;